Burcu Kapu Yazdı: Bir maçtan çok daha fazlası

0
0

Milliyet Yazarı Burcu Kapu,bugünkü köşesinde İstanbulspor – Galatasaray maçını değerlendirdi.

İstanbulspor-Galatasaray arasında oynanan erteleme maçı hakkında oyunu, artılarını, eksilerini yazmak niyetiyle ekranın başına geçtim. Ne de olsa Galatasaray’ın yeni oyuncularının süre alacağı her dakikayı yakından izlemek, oyun planındaki rollerini anlamak istiyoruz. Bir hafta sonra sarı kırmızılıların oynayacağı Manchester United maçı için ön görüler oluşturmaya çalışıyoruz. Diğer yandan Fatih Tekke’nin ayrılığından sonra İstanbulspor’un bu sezon ligde nereye tutunacağını gözlemlemek istiyoruz. Ama maçta öyle tuhaf, öyle saçma şeyler oldu ki; dün akşama dair hatıralarda kalacak şey, tasarruflu skor, oyun veya stratejiler olmayacak.
Karşılaşma Galatasaray’ın kaçırdığı pozisyonlarla başladı. Sarı kırmızılılar eveleyip gevelemeden skoru almak istiyordu. İstanbulspor merkezini her seferinde kolayca geçip yine son vuruşlarda, son pas tercihlerinde sıkıntı yaşadılar. Ama dedim ya oyunu bırakalım bir yana asıl tartışma konusuna gelelim: Icardi’nin kazandığı penaltı ve topun başına geçen Kerem ile yaptıkları.
Açıkçası ilk izlediğim an içimden geçen “Deli mi bunlar ne yapıyor?” oldu. Birkaç dakika sonra yavaş yavaş o düşünce yerini, “Yalnız büyük cesaret” duygusuna bıraktı. Aklıma Picasso ile ilgili bir kitap geldi, adı Deli ve Dahi. Standartın üzerinde yeteneğe, zekaya ve yaratıcılığa sahip herkes zaman zaman bu deli ve dahi sınırının arasında gezinmiştir. Risk almak, cesaret etmek, farklı görmek, farklı düşünmek, biraz da bunlar o insanları bizlerden ayrıştırıyor. Futbolun kendi içinde ahlaki değerleri vardır, doğru. Rakibi küçümsememe veya 0-0 iken takım oyununu düşünüp risk almamak gibi. Ama bu bahsettiğimiz “özel” insanlar zaten kurallara, standartlara uymadıkları için de biraz özel değiller midir? Bu penaltı konusu kafamda tam bir felsefe çıkmazı gibi oldu, ama yazıyı tamamlarken o penaltı vuruşu için eleştirmek yerine, riski alma cesaretini gösterdikleri için saygı duydum. Sizlerin de fikirlerini çok merak ediyorum, keşke yazsanız çok sevinirim.
Maçın önüne geçen diğer konuya gelince, karşılaşmayı 20.dakikadan sonra izlemeye başlayanlar Torreira acaba saçlarını yeşile mi boyadı diye düşünmüş olabilir. Hayır, o renk bizatihi çimlerin üzerindeki kimyasal boyar maddeden geliyordu. Memlekette pazarcı elmayı parlak görünsün diye boyar, market son kullama tarihi geçmiş çikolatayı çoluğa çocuğa indirimde diye satarsa, stat sorumluları da zeminler çok eleştiriliyor, durun maçtan önce boyayalım da güzel gözüksün deyip böyle komik duruma düşer. Sosyal medyada binbir filtreyle kendini bambaşka biri olarak gösterip, ilk buluşmaya gelen aşıkların ortaya çıkan foyası gibi, Olimpiyat Stadı’nın da foyası dün ortaya çıktı. Oyuncuların her yerinin yeşile boyanmasına sebep olan nasıl bir kimyasal, sağlığa bir zararı var mı sorusunu da biz değil, eğer oyuncularının sağlığını düşünüyorsa kulüpler sorsun.
Son olarak her fırsatta konuşup gündeme getirmemiz gereken bir konu var, bilet fiyatları. Özellikle de deplasman taraftarı için. Dün akşam işten çıkıp Galatasaray maçını izlemeye Olimpiyat Stadı’na gitmeye niyetlenen taraftarlar bilete 905 TL ödemek zorunda kaldı. Sayın TFF Başkanı geldiğinden beri iyi niyetle futbolun çizilen imajındaki her konuyu hassasiyetle ele alıp düzeltmek istiyor. Kimi girişimler çok başarılı, kimileri ise lüzumsuz, zamansız. Ama ülke futbolunda çıtayı yükseltmek için bir çok adım atıldığı kesin. Benim de naçizane iki önerim olacak. Futbol iyi futbolcularla güzel, iyi sahalarda, zeminlerde güzel. Ama futbol en çok taraftarla güzel. Derbilerde deplasman tribününü kapatıp bilet fiyatlarını kontrol altına almadıktan sonra hangi projeyi, hangi marşı, sloganı yaparsanız yapın eksik kalacak. Çünkü mevcut durumda ortada tek bir proje var gibi gözüküyor, o da taraftarsız stat projesi.

Reklam Alanı