Nagehan Alçı Yazdı: 2 Beyrut

0
0

Habertürk yazarı Nagehan Alçı, bugünkü köşesinde 2 farklı Beyrut’u ele aldı.

Geçen hafta Beyrut’un kalbi Hamra’da yürürken şöyle düşündüm: Yalnızca edebiyat ya da sinemada değil, gerçek dünyada da zaman tüneline girmek mümkün. O tünel sizi bazen ileriye, daha güzel bir geleceğe bazen de her şeyin silikleşip zamanın bezgince aktığı bir geçmişe sürükleyebiliyor.

Hamra’da ikincisindeydim. Zamanın adeta güzel şeyleri unutturmaya çalıştığı, her şeyin ve herkesin yorgun olduğu, köhneleşmeye ve durağanlaşmaya sürükleyen bir zaman tünelinde.

Halbuki İsrail’in Beyrut’u acımasızca vurduğu 2006 yılında ilk kez bu şehre adım attığımda Hamra’nın ilerisindeki Şii mahallesi Dahia’ya bombalar yağarken dahi burası capcanlı bir merkezdi. Öyle ki biraz ötede savaş yaşanırken gece hayatının coşkusu karşısında duyduğum mahcubiyeti hala unutamam.

Sonrasında 2010’da bu kez gezmek için ikinci kez geldiğim Beyrut’u öyle canlı, öyle dinamik bulmuştum ki…

Şehir enerji saçıyordu, talihsiz geçmiş ve apaçık bölünmüşlükler dahi o enerji karşısında paranteze alınabilir hissi veriyordu.

Ancak bu kez bambaşka bir hava ile karşılaştım. Beyrut yine ve her zaman güzel ancak sanki içinde nefes kalmamış, hayata tutunmak için çırpınıp duran bir balık gibi yorgun, bitkin…

Şık dükkanlarının, kafelerinin bulunduğu merkez adeta bir hayalet şehir. Açık işletme yok denecek kadar az.

Ne oldu diye sorunca ekonomik krizin getirdiği protestoları hatırlatıyorlar. 2019’da yaşanan ve hükümetin getirdiği yeni vergilere karşı başlayan, esas olarak kötü yönetim ve yolsuzluklara karşı halkın sokaklara çıktığı 17 Ekim protestolarında pahalı butiklerin camları kırılmış, kapıları sökülmüş ve kitleler uzun süre sokaklarda kalmıştı.

O sürecin üzerinden 4 yıl geçti ama her şey öylece, ibretlik olsun, unutulmasın diye bırakılmış. Tabii bu 4 yıl sessiz sakin geçen bir dört yıl değil. Ekonomik tablo çok ama çok ağır Lübnan’da…

Üzerine bir de 2020’deki dev liman patlaması geldi. Bu patlama yaşanan ekonomik buhranın hem maddi hem de manevi katalizörü ve sembolü.

İhmal ve kötü yönetim nedeniyle meydana gelen patlamanın yaşandığı ve 200 kişiden fazla kişinin öldüğü yere ancak uzaktan bakabiliyorsunuz. Sanki bir atom bombası düşmüş.

3 yıl geçmesine rağmen öylece duruyor enkaz. Yönetimin ne gücü ne de enerjisi var cenazeyi kaldırmaya…Kaldı ki tek bir sorumlu dahi hesap vermedi.

Ama insanlar unutmuyor. Daha geçen ay başı şehirde yine protestolar vardı.

Fakat ilginç olan şu: Tüm bu gerginlik etrafı kaplamış ataletin altında öylece duruyor. Hissediyorsunuz ama yorgunluk ve tükenmişlik duygusu şehre öyle hakim ki… Fark etmemiş gibi yapıyorsunuz, uyum sağlıyorsunuz.

Ben bu kez Beyrut’un Soho’su diye anılan Gemmayzeh’de kaldım. Burası kentte yaşamın hala enerji bulduğu bir kaç yerden biri. Gençlerin buluştuğu barlar, turistlerin uğradığı restoranlar, butik oteller ile ‘ben ölmedim’ demenin simgesi.

Fakat birkaç noktada hayat akmaya devam etse de ekonomik krizin daha doğrusu çarkların tam anlamıyla durmasının ne demek olduğunu Lübnan’da anlıyorsunuz.

Her yerde hesap Amerikan Doları olarak geliyor para üstünü de Amerikan Doları olarak alıyorsunuz. Şayet Lübnan Lirası ödemek isterseniz ayrıca sormanız gerek.

Ben her yerde lokal para birimini kullanmanın o ülkeye saygı göstermek açısından hayati olduğunu düşünürüm. O nedenle Beyrut’ta da mümkün olduğu kadar Lübnan Lirası kullanmaya çalıştım. Mümkün olduğu kadar diyorum çünkü her yerde almıyorlar.

Bir de maalesef taşıması hiç kolay değil zira 1 Lübnan Lirası 0, 0018 TL. Düşünün bunca değer kaybetmiş TL’den bahsediyorum. Yani 1 ABD Doları için yaklaşık 90.000 Lübnan Lirası alıyorsunuz, bu da 100 Dolarlık bir banknot karşılığı bir çanta dolusu kağıt para demek.

Lübnan ekonomik çöküşün ne demek olduğunun kristalize örneği adeta. Parlamento, partiler alınması gereken önlemler üzerine anlaşamadığı için toplanamadı geçtiğimiz aylarda. Halbuki acilen yeniden yapılandırılma gerekiyor. Yapısal reformlar olmadan IMF yardım kredisi de vermiyor, kısacası feci bir kısır döngü.

Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde yıllarca çalışmış ancak bu büyük ekonomik türbülans nedeniyle ülkeyi terk edip İstanbul’a gelmiş akademisyen arkadaşlarım var. İnsanların bankadaki paralarını çekemedikleri için nasıl büyük dramlar yaşadıklarını onlardan bizzat dinledim.

Tüm bunları böyle derin bir ekonomik iflas yaşamış bir halkın ruh halini ve Beyrut’un bezginliğini anlamak için hatırlatıyorum. Biraz da son dönemde yaşadığımız ekonomik zorluklara Lübnan örneğini düşünerek bakmak için.

Beyrut tüm güzelliği ve vakurluğu ile dimdik ayakta ama Lübnan sistemsizliğin ve yolsuzluğun pençesinde can çekişiyor. Ülkenin çok parçalı yapı üzerine oturan sistemi tüm kimliklere yer açarken bir yandan da millet olmayı engellemiş. Farklı kimliklerin kendine sistemde yer bulması elbette çok doğru ama sistemin bu kadar katı şekilde kimlik bölünmesi üzerine kurulmuş olması doğru değil.

Beyrut’ta gezerken 1 dolar daha fazla kazanmak için gece taksicilik yapan Lübnanlı mühendislere rastladım. O mühendisler girişi 100 dolar olan gece kulüplerine akın akın giden Lübnanlıları taşıyorlardı.

Gecede birkaç dolar bahşiş almak için çalışan garson gençlerle tanıştım, hepsi ülkeden gitmek istiyordu.

Ama kiminle konuşursam konuşayım insanlarda onca sıkıntıya rağmen karşı tarafa geçen bir huzursuzluk hali hissetmedim. Ülkelerinin durumundan bezgin ve mutsuzlardı ama hayal kırıklıklarını size fatura etmiyorlardı.

Galiba Lübnan gibi en kötü örneklerden birinin bile bize öğreteceği şey bu…

Reklam Alanı